bugün

entry'ler (29)

üniversitedeki en zor ders

şuan tarih okuyorum ve Osmanlıca'yı öğrenmekte zorluk çekiyorum.

tolstoy mu dostoyevski mi

dostoyevski bir yıldız ise, Tolstoy bir galaksidir.

erkek yazar olup profile kız resmi koymak

hiç lafı evirip çevirmenin bir anlamı yok.

alenen kahpeliktir!

kahpeliğin de, fahişeliğin de cinsiyeti olmaz.

sevişirken ilk yalanacak bölge

yani yatak odası fantezilerini herkese açık bir sözlükte paylaşılması nasıl bir ruh halidir ? ya da amaç nedir düşündürüyor.

kız düşürmek için falansa hayatınızda hiç mi bir kızla konuşmadınız ?

kızları bu tür şeylerle etkiliyemezsiniz, kızlar akıldan derinlikten hoşlanırlar. et kemik heryerde bulunur.

beşiktaş

beşiktaş halkın takımı.

reynmen

kerimcan durmaz'ı övenler reynmeni eleştiriyorlar.

eleştirilerin yüzde doksanı haset ve kıskançlık temalı.

çocuk karizmatik, kendine göre sesi de var, herhangi bir iddiası yok, hepinizin nasıl bazen şarkı söylemek geliyor ya içinizden, o da aynı şekil yapıp youtube'a yüklemiş. sizden farkı sadece kendine olan güveni.

ülkemizde sevgisizlik var, kimse kimseyi sevmiyor. hele birileri bir şeyleri başardığı zaman offf. reynmen'e tavsiyem danla bilic, kerimcan durmaz, orkun ışıtmak ve türevlerinden kesinlikle uzak dursun delikanlı çizgisini bozmasın.

kürtlerle türklerin birbirine benzemesi

iki tarafta birbirine benzemek istemiyor. ikiside üstün olduğunu düşünüyor.

neyse ki iki tarafın düşüncesine sahip değilim, ikisinin de insan olanlarını seviyorum. kötü olanlarını sevmiyorum.

bu tür tartışmalar insana ülkeyi terk ettirme isteğini uyandırıyor. hep bir nefret üslübu, sürekli bir sevgisizlik, tepeden görmeler falan, iyice yorucu oldu bu ortam. ortak noktalara yoğunlaşın, sevin birbirinizi. Ortadoğulu olmakta ısrar etmeyin amına koyduğumun cahil embesilleri.

kerimcan durmaz

zorla gözümüze sokulan, sözde bir şeylerin ikonu olarak dayatılan, süper itici, süper sevimsiz kıl bir herif.

sevmediğim bir karakteri bazı nedenlerden dolayı sevme, sahip çıkma gibi basit düşüncelerim olmadı hiç bir zaman.

onu destekleyenlere bakıyorum da, iki dakika muhabbet etsen, 4. cümlesinde aa evet aslında bende tiksinti duyuyorum demeye başlıyor. o zaman sırf homoseksüel diye destekleme girişiminde bulunman nedir ?

biraz kişiliğiniz ve çerçeveniz olsun, sevmediğiniz bir insanı istemeye istemeye desteklemeyi bırakın. bu kadar özenti ve yalakalık inanılmaz iğrenç.

şimdi homofobik falan da derler. basit, düzeysiz ve tutarsız yaşayan bir insan olmaktansa gıcık, mikrop insanlara karşı homofobik olmayı tercih ederim.

allah ın hristiyanlara övgüsü

...Onlardan, iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da: 'Hristiyanlarız' diyenleri bulursun. Bu, onlardan (birtakım) papaz ve rahiplerin olması ve onların gerçekte büyüklük taslamamaları nedeniyledir.
(Mâide, 82.. Ayet).

sürekli Hristiyanlara atıp tutan, hayatında kuranı Kerim'i Türkçe okumamış cahil yobazlar belki okuyup anlarlar diye düşünerek paylaşmak istediğim bir bilgi.

hristiyanlık

bu dininin insanlarının sevgi dolu ve nezaketli olduklarını rahatlıkla söyleyebilirim.

hatta tüm semavi dinlerin en sevgi dolu, en insancıl dini diyebilirim. bunu yıllardır antalya'da turizm sektöründe çalışan birisi olarak söylüyorum.

whatsapp durumunda ne yazıyor

dünyanın yaratılış amacı sevgidir.
yazıyor.

hücredeki bilincin kaynağı

Paris şehrinden daha kompleks yapısı olan hücrenin tesadüfen olduğunu söylemek insanın aklıyla alay etmektir. Hücrenin her bir parçasında nefes kesici bir akıl ve yetenek var.

sevgi neydi dostlar

insanlar karşılıklı akıllıysa sevgi müthiş bir süratle gelişir. Ama bir tarafın aklı zayıfsa sevginin gelişmesi yıllar sürebilir. iki taraf akıllıysa iki taraf egoist değilse kısa bir konuşmada dahi çok derin bir sevgi oluşur.

Sevgide insan kendisini değil karşısındakinin aklını, kişiliğini, karakterini yüceltir ve över. Bencillik ve büyüklük hissi olduğunda ise asla karşısındakini yüceltmek istemez, sadece kendini yüceltmeye çalışır.

Sevgi en güzel gözle gösterilir. Gözden her duygu açıkça akar. Candan, içten gelen konuşma da sevgiyi ifade etmek için çok etkilidir. Yapmacık, itici konuşmalar değil, doğal, samimi sözler sevgiyi müthiş güzel vurgular.

eşcinsellik bir tercih midir yoksa hastalık mı

Son 20 yılda Amerika Birleşik Devletleri, iskandinavya ve Avustralya’da tek yumurta ikizleri üzerinde yapılan sekiz büyük çalışmanın tamamı aynı sonucu işaret ediyor: Homoseksüeller, eşcinsel olarak doğmamışlardır.

Tek yumurta ikizleri, aynı genlere ve aynı DNA’ya sahiptir. Eşit doğum öncesi koşullara maruz kalmışlardır. Buna göre, eğer homoseksüellik genetik nedenlerden ya da doğum öncesi koşullara bağlı olsaydı; ikizlerden birinin eşcinsel olduğu vakalarda, diğerinin de %100 eşcinsel olması gerekirdi.

24 yıl boyunca Yeni Zelanda hükümetine, 4 yıl boyunca da Birleşmiş Milletlere çalışan, bugüne kadar 10,000 adet bilimsel makalesi ve çalışması yayınlanan, homoseksüelliğin genetik olup olmadığı üzerine 20 yıldır araştırma yürüten Dr. Neil Whitehead “Kimse eşcinsel doğmaz” diyor ve tüm genom taraması yapıldığında, herhangi bir eşcinsellik genine rastlanmadığını belirtmiştir. ilaveten, homoseksüelliğin genetik mutasyondan kaynaklanabileceği fikri tamamen genetik bilgi ile taban tabana zıttır. Tek bir gendeki bir mutasyonun, cinsiyet gibi kritik bir özelliği değiştirmek için yeterli olabileceği iddiasında bulunmak için, genetik bilimi ile hiç ilgilenmemiş olmak gerekir. Öncelikle mutasyon yıkıcıdır, dolayısıyla bir niteliği tümüyle farklı bir niteliğe değiştirme gibi bir gücü yoktur. Mutasyona maruz kalan bir gen, mutlaka bozulmaya uğrayacaktır. Ayrıca, herhangi bir insan davranışını şekillendirmede birçok genin (minimum beşten yüzlercesine kadar genin) rol oynaması gerekir. Dolayısıyla, böylesine kapsamlı bir değişimin mutlaka birden fazla gende meydana gelmesi gerekir, ki bu imkansızdır. Böyle bir değişim, insanın genetik bilgisini yıkıma uğratacak, bu da ciddi genetik hastalıklar, hatta ölümle sonuçlanabilecektir.

Bu çalışmada ayrıca; “eşcinsellik ile doğum öncesi hormonlara maruz kalma arasında bir bağlantı olduğu ve doğum öncesi bağışıklık sisteminin erkek beynine saldırdığı” gibi bu sapkınlığı makul göstermeye çalışan diğer iddialar da incelenmiş fakat 20 yıl süren çalışmanın sonunda yine bu iddiaları destekleyecek hiçbir delile rastlanmadığı belirtilmiştir.1

Ek olarak homoseksüel kişilerin beyinleri ile, heteroseksüel kişilerin beyinleri arasında yapılan mikro yapısal farklılık bulma çalışmaları da yine başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Sağlıklı insanlar ile, homoseksüel yaşantı süren bireylerin beyinleri yapısal olarak birbirinden hiçbir farklılık göstermemiştir.

Yapılan bir başka araştırmada ise homoseksüel erkeklerle normal erkekler arasında östrojen veya testosteron seviyeleri açısından bir fark olmadığını anlaşılmıştır. Kolombiya Üniversitesi’nden Dr. William Byne ve Dr. Bruce Parsons da yine homoseksüelliğin genetik olduğu yönündeki iddiaları araştırmış ve Whitehead ile aynı sonuca varmışlardır. Genel Psikiyatri Arşivleri’nde çalışmalarının sonuçlarını yayınlayan Byne ve Parsons şöyle yazmıştır:

“Şu anda bu biyoloji teorisini ispat edecek hiçbir delil yoktur… Cinsel yönelimin mevcut biyolojik açıklamalarının tercih edilmesi, çok sayıda deneysel veriden ziyade, psiko-sosyal açıklamaların mevcut durumuna duyulan memnuniyetsizlikten kaynaklanıyor olabilir.”3

Homoseksüellik üzerine yapılan bir diğer yoğun propaganda da, homoseksüellerin, bu sapkınlığı devam ettirmekten başka hiçbir çareleri olmadıkları, böyle doğdukları ve bunu kontrol etmenin ya da değiştirmenin ellerinde olmadığı yönündeki iddiadır.

Bu iddiayı araştıran Kolombiya Üniversitesi’nden Psikiyatri Profesörü Prof. Dr. Robert Spitzer, 200’den fazla kişi ile görüşmüş ve bu kişilerin çok büyük bir kesiminin terapi görüp psikolojik danışmanlık aldıktan sonra homoseksüelliği bırakıp heteroseksüel olarak yaşamlarına devam etme isteklerini dile getirdiklerini belirtmiştir.4

Peki, o halde, neden ısrarla “bu kişilerin sapkın yaşantılarına devam etmekten başka çareleri yoktur” şeklinde bir propaganda sürdürülmektedir?
1 Eylül 1991’de New York Times’da kaleme aldığı bir yazısında Natalie Angier, bu propagandanın gerçek amacını şu şekilde deşifre eder:

“Eğer eşcinsellik bir tercih ya da seçimden çok biyolojik bir olay olarak görülüp meşru kabul edilirse; bu kimseleri artık askere almamak, ikamet edilen bir tesise almamak ya da öğretmen olarak çalıştırmamak mümkün olmayacaktır.”5

Dolayısıyla, homoseksüeller toplumun her kesiminde yer alabilecek, homoseksüellik ayıplanan -dahası “haram”- bir fiil olarak görülmeyecek ve bu sapkınlık, bu yolla toplumlar içinde rahatça yaygınlaştırılabilecektir. Toplumlar daha hızlı dejenere edilebilecek ve manevi ve ahlaki değerlerini yitirmiş bir toplum daha hızlı çöküşe uğrayabilecektir. Çöküşe uğramış toplumların daima ingiliz derin devletinin ve onun deccali uzantılarının işine yarayacağı açıktır. Toplumlarda yaygınlaştırılan her türlü haram fiil ve toplumu dejenere edecek uygulamaların, ingiliz derin devleti tarafından yaygınlaştırıldığı da burada hatırlanmalıdır.

Bu sinsi planın önüne geçebilmek için de, homoseksüelliği makul gösterecek sahte bilimsel açıklamaların, bilimsel delillerle önüne geçmek elzemdir.

Homoseksüellik genetik değildir

Yapılan tüm bu çalışmaların hepsinin vardığı sonuç şu olmuştur: Homoseksüellik genetik değildir. Homoseksüellik genetiktir iddiası; yalnızca bu kişilerin sapkın davranışlarını kamuoyu nezdinde aklama çabasından ibarettir.

Homoseksüellik, bir sapkınlıktır ve tıpkı diğer sapkın davranışlar gibi doğuştan değil; ahlaki bir bozukluk şeklinde ortaya çıkar. Her şeyden önemlisi, homoseksüellik Kuran’a göre haram bir eylemdir. Kuran’da Allah homoseksüelliği “çirkin bir hayasızlık” olarak tanımlamıştır.

kaynaklar:
http://beforeitsnews.com/...tific-papers-3095666.html

https://www.quora.com/Do-...-estrogen-in-their-bodies - Green, 1988; Mbugua, 2006

William Byne and Bruce Parsons, “Human Sexual Orientation: The Biologic Theories Reappraised,” Archives of General Psychiatry, Vol. 50, March 1993: 228-239

Robert L. Spitzer, “Can Some Gay Men and Lesbians Change Their Sexual Orientation?”, Archives of Sexual Behavior, Vol. 32, No. 5, October 2003: 403-417

Natalie Angier, quoted in Charles W. Socarides, “A Freedom Too Far,” (Phoenix, Arizona: Adam Margrave Books, 1995), p. 94.

yaşanan zorluğun önemi

Allah gerçek sevgi ortaya çıksın diye çile ortamı yaratıyor. insanlar çok rahat etmek istiyor, ama gerçek sevgi çileyle ortaya çıkar. iyi, kaliteli insan olursun ama yüksek sevginin ortaya çıkması için çilelerden geçmen gerekir, yoksa iyi insan olmana rağmen geride kalırsın. Zorluklar ne kadar girift olursa o kadar derin ve yüksek sevgi kazanırsın ve sevgide öne geçersin.

insan zorluklarla, dertlerle eğitilir. Onlar olmazsa ilerleyemeyiz, derinlik alamayız. insanın derinliğinin ve samimiyetinin gelişmesi yaşadığı zorluklara dayalıdır. 

avrupa yeni bir faşizm dalgasının eşiğinde mi

ingiltere'nin Brexit kararının ardından Almanya, Hollanda, Polonya gibi ülkelerde aşırı sağcı akımların son seçimlerdeki yükselişini geçtiğimiz günlerde Avusturya da takip etti. Sebastian Kurz'un lideri olduğu Halk Partisi (ÖVP), oyların yüzde 31.5'ini alarak seçimlerden birinci parti olarak çıktı. Aşırı sağcı ve ırkçı politikalarıyla bilinen Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) yüzde 27.1 oy alırken, Sosyal Demokratlar yüzde 25.9 ile onu takip etti.

ÖVP lideri Sebastian Kurz, savaş sırasında Bosna'dan kaçarak Avusturya'ya yerleşmiş göçmen bir ailenin çocuğu. Durum böyleyken yabancı, göçmen ve islam karşıtı popülist söylemleri en başta kendi kimliğiyle çelişiyor. Ancak, bu tür aşırı sağcı, ırkçı ve fanatik milliyetçi politikaların Avrupa seçmeni, özellikle de genç kesim tarafından giderek daha çok benimsenmesi politikacıları da bu söylemlere yöneltiyor. Nitekim, 16 yaşını dolduranların da oy kullandığı seçimde, Kurz'un en büyük desteği genç seçmenden aldığı belirtiliyor.

Kurz'un mecliste çoğunluğu sağlayabilmek için kendi görüşlerine yakın gördüğü aşırı-sağcı FPÖ ile koalisyon masasına oturması yüksek ihtimal görünüyor. Zaten seçimlerden önce FPÖ'nün, Kurz'u kendi aşırı-sağ politikalarını çalmakla suçlaması da iki partinin temel ortak görüşlerde birleşebileceği görüşünü güçlendiriyor.

Eğer, ÖVP-FPÖ koalisyonu gerçekleşirse FPÖ 17 yıldır ilk kez Avusturya'da hükümette yer alma fırsatını ele geçirecek. Geçtiğimiz Mayıs ayında Sebastian Kurz'un ÖVP'nin başına geçmesiyle merkez-sağ partinin hızla aşırı-sağa doğru kaydığı bilinen bir gerçek. Bu gerçek de göz önüne alınırsa ÖVP-FPÖ koalisyonu Avusturya'da aşırı sağın en ileri düzeyde temsil edildiği bir hükümeti kurmuş olacak.

Elbette böyle bir tablodan en büyük endişeyi duyacakların başında da ülkedeki yabancılar, göçmenler ve Müslümanlar geliyor. Diğer yandan, uzmanlar bu derece aşırı sağ bir hükümetin AB açısından da hiç istenmeyen bir durum olacağına dikkat çekiyor. Üstelik, 2018'in ikinci yarısında Avusturya, AB'nin dönem başkanlığını da üstlenecek.

Eylül 2017'de gerçekleşen Almanya seçimlerinde de Avusturya'dakine benzer bir tablo yaşandı. Geçen seçimlere kıyasla Merkel'in "CDU-CSU"su % 8.6, Sosyal Demokrat Parti (SPD) yüzde 5.2'lik kayıplar yaşarken aşırı sağcı ve ırkçı "Almanya için Alternatif' Partisi" oy oranını yüzde 8 civarında artırarak ciddi bir yükseliş yaşadı; 94 milletvekiliyle Meclis'e girmeyi başardı. AfD'nin, ilk kez oy kullanan genç seçmenin oylarının büyük çoğunluğunu kazandığı belirtildi. Yani, önümüzdeki dönemde Almanya'yı temsil edecek genç nesil de tercihini ırkçı ve aşırı-sağ görüşten yana koydu.

Bremen Üniversitesi'nde aynı zamanda Kültürlerarası ve Uluslararası Araştırmalar Enstitüsü'nün Başkanı olan Dr. Roy Karadağ, AfD gibi aşırı-sağcı bir partinin Meclis'te oldukça güçlü biçimde temsil edilmesini "ürkütücü" olarak tanımlıyor.

Merkel'in yüksek olasılıkla kurması beklenen CDU-FDP-Yeşiller koalisyonunun ise çok uzun ömürlü olmayacağı düşünülüyor. Dolayısıyla, kısa bir süre içinde erken seçimlerin gündeme gelmesi ihtimal dahilinde. Bu da, hızla yükselişte olan aşırı-sağ hareketin belki yakın gelecekte iktidara bile gelmesine imkan sağlayabilir. Nitekim, seçim sonrası AfD lideri Alexander Gauland'ın, "Merkel'i kovalamaya devam edeceklerini", AfD Eş Başkanı Jörg Meuthen'in ise, "Meclis'te sert bir muhalefet yapacaklarını" belirtmesi, iktidar yolunda kararlı olduklarının bir göstergesi.

Irkçı, aşırı sağcı partilerin kazandığı oylardan daha tehlikeli olan bir unsur ise diğer ana akım partilerin de seçmen kazanma kaygısıyla aynı radikal söylemleri benimsemesi. Bu kapsamda, seçim sonrası konuşmalarda Merkel ve CSU lideri Seehofer'in, "AfD seçmenlerini, onların sorunlarına çözüm bularak, endişe ve korkularını dikkate alarak, geri kazanmak zorundayız", "Hıristiyan Birlik’te sağ kanat açığı vardı. Şimdi bu açığı kapatacağız" şeklindeki sözleri dikkat çekiyor.

Bu ifadeler açıkça, AfD'ye giden oyların geri kazanılabilmesi için yeni hükümet döneminde aşırı sağ politikaların izleneceğini gösteriyor. Bunların başında, kuşkusuz göç politikalarının sertleştirilmesi ve yeni göç yasalarının çıkarılması var. Bu da, AfD her ne kadar muhalefette olsa da, aşırıcı fikirlerinin yakında iktidara taşınacağı gerçeğini ortaya koyuyor.

Bilindiği gibi, 2. Dünya Savaşı öncesinde tüm Avrupa'da milliyetçilik, vatanseverlik gibi duyguların suiistimal derecesinde körüklenmesiyle zaman içinde aşırı-sağ, ırkçılık ve radikal milliyetçilik tırmanışa geçmişti. Faşist diktatörlüklere uzanan bu sürecin insanlığı getirdiği son nokta ise tarihin en büyük dünya savaşı ve en acımasız katliamlarıydı. Avrupa'yı kasıp kavuran faşist fırtına sonunda kıtayı gelmiş geçmiş en büyük yıkım ve felaketlerin içine sürüklemişti.

Bu felaketi bizzat yaşamış Avrupa'nın yine aynı tuzağa düşmesi, farkında olmadan aynı sürece kademeli biçimde sürüklenmesi çok vahim bir hata olacaktır. Bu nedenle, Avrupalı aydınların toplumlarını sinsice gelişen bu tehdide karşı acilen uyarmaları ve bunun sonucunda gelişmesi muhtemel tehlikeyi bilimsel ve sosyolojik olarak açıklamaları son derece hayatidir. Bu konuda özellikle, tarihi bilgisi ve tecrübesi yetersiz, analiz yeteneği zayıf genç nesillerin eğitilmesi ve bilinçlendirilmesi çok önemlidir.

Kendini demokrasi, medeniyet, özgürlük ve insan haklarının beşiği olarak kabul ettirmiş Avrupa'nın göz göre göre kendisini yeniden dehşetli bir facianın içine sürüklemesi elbette en istenmeyecek bir durum olacaktır. ideolojik boşluklar ve materyalist dünya görüşü, bugün Avrupa'yı bu ürkütücü sonuca sürükleyen sebepler arasındadır. Avrupa ülkeleri, eğer mevcut duruma çare arıyorlarsa, yıllardır takip ettikleri materyalist ideolojileri derinlemesine incelemeli ve körü körüne benimsenen bu ideolojilerin değerlendirilmesini tekrar yapmalıdırlar.

akıl ile zeka arasındaki fark

zeka, en bilinen anlamıyla insanın düşünme, gerçekleri algılama, yargılama ve sonuç çıkarma yeteneklerinin tamamıdır.

ilk kez karşılaşılan ya da ani olarak gelişen olaylara uyum sağlayabilme, anlama, öğrenme, analiz yeteneği, beş duyunun, dikkatin ve düşüncenin yoğunlaştırılması, ayrıntılara dikkat edilmesi zeka sayesinde gerçekleştirilir.

zeka ve akıl çoğu zaman aynı anlamda kullanılsa da tamamen farklı iki kavramdır. zeka, sebep ile sonuç arasındaki bağlılıkları bulmak, benzerlik ve farklılıkları anlamaktır. akıllı bir insan, zekanın sağladığı tüm avantajları kullanmasının yanında, zeki bir insanın sahip olmadığı bir kavrayış ve yeteneğe de sahiptir.

akıl, insana zekanın çok üstünde bir anlayış kazandıran, derin düşünebilme, doğruyu bulabilme ve her konuda çözüm getirebilme yeteneğidir. dahası akıl, hayatın her alanına hakim olan ve pek çok konuda başarı sağlayan bir yetenektir. kişinin doğruyu yanlıştan ayırabilmesini ve böylece yaşamın her safhasında en doğru şekilde düşünebilmesini, en sağlıklı değerlendirmeleri yapabilmesini ve en isabetli kararları alabilmesini sağlamaktadır.

yalnızlık

Günümüz teknolojisi insanların birbirleriyle daha önce hiç olmadığı şekilde bağlantı kurmasına olanak sağlıyor.

Kaliforniya’daki bir çiftçi Endonezya’daki bir balıkçı ile arkadaş olurken New York’taki genç bir kız istanbul’daki yaşıtlarıyla son moda trendleri hakkında fikir alış verişinde bulunabiliyor. Bu görünümüyle dünyamız, yüzyıl önce olduğundan çok daha farklı ve sosyal anlamda aktif bir yer haline geldi.

Tanıdıklarımız artık ailemiz, komşularımız yada iş arkadaşlarımızla sınırlı değil.
internet çağının sunduğu sonsuz olanaklar ve iletişim herkesi birbirine yaklaştırmış gözüküyor.

Bu nedenle böyle bir ortam içerisinde insanların kendilerini daha yalnız hissettiklerini duymak oldukça şaşırtıcı.

ABD’de bir araştırmaya katılan 2.000 kişinin yüzde 72’si kendisini yalnız hissettiğini, bir çoğu da kendilerinde bu duygunun sık sık oluştuğunu belirtmiş.
Ayrıca Yalnızlığı Bitirmek için Birleşik Krallık Kampanyası adlı girişime göre insanların yüzde 52’si yanlarında herhangi bir kişinin varlığından yoksunlar.
Dünyanın kalan kısmında da durum farklı değil.

Ne var ki internetin sağladığı bu kadar iletişim olasılığı arasında nasıl oluyor da insanlar kendilerini hiç olmadığı kadar yalnız hissediyorlar?
Teknolojiye olan bağımlılığımızın her gün daha da arttığı açık, ancak sosyal teknoloji ve sanal iletişim yüz-yüze etkileşimin hiç bir zaman yerini almıyor.
Ne var ki bu durum insanları suni ve daha az getirisi olan iletişim biçimlerine yönelmekten alı koymuyor.

Günümüzde pek çok genç, arkadaşları ile vakit geçirmek yerine bir bilgisayar ekranı karşısında sanal arkadaşlarla birlikte olmayı daha güvenli buluyor.
insanlar, internette binlerce sanal arkadaşı varken yan komşusunu tanımayabiliyor.
Aynı şekilde insanların büyük bir bölümü akrabalarını ziyaret etme ihtiyacı duymuyor;
bunun yerine internetteki arkadaşları veya evdeki hayvanlarıyla vakit geçirmeyi tercih ediyor.
Ne var ki bu çok tehlikeli bir gidişat.
Yapılan araştırmalara göre yalnızlık, ölüm oranını yüzde 26 oranında arttırırken uzun vadeli olduğunda her gün 15 sigara içmekten daha tehlikeli olabiliyor.
Sağlık Dairesi Başkanı Dr Vivek Murthy makalesinde yalnızlığın “kardiyavasküler hastalıklar, demans,
depresyon ve anksiyete” gibi pek çok hastalık riskini arttırdığını yazıyor.
Akıl Sağlığı Derneği kişinin kendisini yalnız hissetmesinin zihnin sağlığını olumsuz şekilde etkilediğini ve depresyona neden olabileceğini öngörüyor.

Bu şaşırtıcı bir durum değil.
Bilim insanları sosyal acının fiziksel acı kadar gerçek olabileceğini çünkü fiziksel acı ve yalnızlığın beynin aynı bölgelerini harekete geçirdiğini fark ettiler.
Harvard Üniversitesinde yapılan başka bir araştırma yalnızlığın zehir etkisi yaptığını ve insanların izole oldukça mutsuzluklarının arttığını gösteriyor.

Bu acil şekilde çözülmesi gereken bir sorun. insanlar yalnız olmak için yaratılmamıştır. Sosyalleşip başkalarıyla iletişime girmesi gerekir.
Bu aynı zamanda gençlerin sağlıklı ve uygun şekilde gelişebilmesinin tek yolu.
Yalnızlık hastalığına bugün çare aranmazsa sorunun önümüzdeki on yıllarda çok daha ciddi boyutlara varacağı apaçık.
Yalnızlık hissiyle büyüyen gençler bir süre sonra bu dünyayı yöneten kişiler olacak.
Yalnızlık ve izolasyon nedeniyle gençlerimizin akıl sağlığı ve dengelerinin riske girmesine izin verilmemelidir.

Doğal olarak yalnızlığın yaşlılar üzerindeki etkisi daha büyük.
Dünyadaki milyonlarca kişi, aileleri yada toplum tarafından terk edildiği için yalnızlık içinde yaşıyorlar.

Depresyon ve demans genellikle izolasyon ve yalnızlıkla bağlantılı.
Çoğu yaşlı kişi toplum ve aileleri kendilerine gerekli ilgi ve sevgiyi göstermedikleri için bu sorunlarla boğuşuyorlar.
Ne var ki her sorun için bir çözüm olduğu gibi yalnızlığın da bir çözümü var.
Öncelikle egoist ve materyalist fikirlerin sürekli telkininin önlenmesi önemlidir.
insanların daha özenli, daha fedakar ve ilgili olması teşvik edilmelidir.
ilgi gösterme, merhamet ve sevginin sağlık üzerindeki olumlu etkileri anlaşılmalıdır.
Halk yalnızlığın insan sağlığı ve toplumun geleceği açısından oluşturduğu tehdit hakkında sosyal kampanyalar aracılığıyla bilinçlendirilmelidir.

Huzur evlerinin üniversite yerleşkelerinde inşa edilmesi genç ve yaşlıların birbirleriyle etkileşim içine girmesini sağlayacaktır.
Bu şekilde gençler büyüklerinin paha biçilmez hayat tecrübelerinden faydalanırken büyükler de hayatlarının sonunda yalnızlık tuzağına düşmekten kurtulacak,
çevrelerindeki gençlerin varlığıyla yaşam sevinci bulacaklardır.

Günümüzde bu sorunu fazlasıyla yaşayan ülkelerden olan ingiltere çözüm bulmak için yalnızlık ve izolasyonla mücadele için bir bakanlık kurdu.
Theresa May, Spor ve Sivil Toplum Bakanı Tracey Crouch’un her yaş aralığı için yalnızlık sorununa karşı ulusal bir strateji üzerinde çalıştığını duyurdu.
Ayrıca bakanlığın yalnızlığı ölçmek için yöntemler geliştireceği ve konuyu çözmek üzere geniş çaplı strateji oluşturacak bir fon kurulacağı bildirildi.

Diğer bir değişle yalnızlık, çözmesi zor olmamakla birlikte kesinlikle kendi haline bırakılmaması gereken bir sorun.

yazarların en sevdiği 1 kitap 1 film 1 şarkı

kitap: george orwell 1984
film: the shawshank redemption
müzik: ascension - future world music.

türkiye ateistleşiyor

işin gerçeği Aslında dünya ateizme doğru hızlı kayıyor. bunun en büyük nedeni de her dinin içinden çıkan Bağnazlık ve yobazlık.